SORUSU OLAN?

SORUSU OLAN?

RÖPORTAJ GÜNEŞ UYSALEFE

ŞUBAT/2017 – L’OFFICIEL DERGİSİ

Kişisel gelişim alanında aradığınız bazı cevapları bulacağınızı umarak, Amerikalı enerji terapisti Steve Comer ile şifa teknikleri ve eğitmeni olduğu farkındalık programı Youniversity üzerine konuştuk.

Hassas bir konu, nezaketle yaklaşmak gerekiyor ve Steve Comer’ı tanıtmak da, kendisiyle konuştuklarımızı buraya taşımak da ince ayar istiyor. Suistimal edilen veya dezenformasyona maruz kalan iyileştirme teknikleri sağda solda konuşuluyor; herkes birbirine aile dizimini, bioenerjiyi, homeopatiyi soruyor... Dijital çağda sağlık alanında bireylerin kendi kendilerini iyileştirmeye duydukları istek aslında bilinç seviyesindeki toplu değişimin göstergesi. Ancak Comer yaptığı işi hemen açıklığa kavuşturuyor ve tamamlayıcı tıp terimini kullanıyor. Hücrenin bir titreşime herhangi bir kimyevi unsurdan daha çabuk ve kolay yanıt verdiğini söylerken, ilaç konusunda kimseye tembihte bulunamayacağının altını çiziyor. Amerika’nın farklı köşelerinde karyopraktiden budizme uzanan farklı eğitimler alan ve uzun süre uzman olarak Network Spinal Analysis ve Access Consciousness gibi teknikleri izleyen enerji terapisti, yaklaşık 8 yıldır İstanbul’da yaşıyor. Ortakları Özlem Oskay ve Cynthia Mazon ile Niagara Wellness’ta başlattıkları Youniversity bahanesiyle buluştuk...

Dilerseniz Youniversity çalışma programınızla başlayalım.

“Youniversity’de Özlem ve Cynthia ile beraber çalışıyoruz. Üçümüz de farklı profillerdeyiz ve farklı bakış açılarımız, yaklaşımlarımız var. Bu da bizi güçlü bir ekip yapıyor. Şu an Youniversity’de dört sömestr ve ileri düzey çalışmalar yürütüyoruz. Üç saatlik grup workshop’ları şeklinde ilerliyoruz, sonra birebir görüşmelerimiz de oluyor. Farkındalık okulu olarak düşünün. İlk sömestrde beyninizi daha açık kılmak üzerine çalışıyoruz. İkinci sömestrde duygulara giriş yapıyoruz. Duygu anatomisi üzerine yaptığımız çalışma bence Youniversity’nin temelini oluşturuyor çünkü çoğumuz reaktif olmaya hazırız; birinden bir uyarı aldığımızda, bağırmaya, vurmaya, kendimizi kapamaya programlanmış gibiyiz. Bu süreçte özellikle acıyla baş etmenin yollarını arıyoruz. Carl Jung’a göre insan en çok kendi ruhunu görmekten kaçarmış. Bunun nedenini sorguluyoruz. Aile dizimine başvuruyoruz, anne-babamızla çocuklukta kurduğumuz ilişkiyi inceliyor, kendimizi nasıl gördüğümüzü, kim olduğumuzu sorguluyoruz. Bastırılmış olayları su yüzüne çıkarıyoruz. Üçüncü sömestrde fizyoloji, dördüncüde ise travmalar, bağımlılıklar, ilişkiler üzerine eğiliyoruz.”

Size hangi duygu durumundaki kişiler başvuruyor?

“Bize gelenler genellikle bir çeşit krizden geçmekte oluyorlar. Bu kriz, parasal, duygusal veya sağlıkla ilgili olabilir; durumla baş etmesini bilmiyorlar. Sonra sorular sormaya başlıyorlar ve sorun ortaya çıkıyor. Krizde yaşanan aslında olayları hep aynı şekilde algılamamız, aynı duyguları yaşamamız, aynı tepkileri vermemiz ve sonuçta kendimizi bir çıkmazda hissetmemiz. Kaçınılmaz olarak başka sorular sormaya başlıyorsunuz. Soru sormak işimizin büyük bir kısmı; doğru sorular sorarsanız doğru cevaplar alabilirsiniz. Her kültür başkadır tabii ama genellikle çok fazla sorgulayanlara iyi gözle bakılmaz; kimileri için çok soru soran, sorun demektir! İyi sorular sormanın fizyolojik bir etkisi var. İyi sorular gerçekle daha iyi bağlantı kurup, kendinizi daha iyi hissetmenize yarar, zekanızla iyi bağlantı kurmanıza yarar. Beyninizdeki ilgili bölüm daha sağlıklı uyarılar alır, diğer bölümler dengelenir.”

Sanırım soru sormak kadar harekete geçmek de önemli.

“Bu bir süreç; biz de insanlara kriz sürecinde eşlik ediyoruz, kendilerini ve çevrelerini daha iyi gözlemlemelerine yardımcı oluyoruz. Bu gözlem sürecinde yargı olgusundan uzaklaşmak şart. Eğer yargılıyorsanız, gözlemlemiyorsunuz, şükran duygusundan yoksunsunuz demektir. Başka insanlar ve dış ortamla aranızda bir ayrım yapıyorsunuz demektir. Bu, suçluluk hissine, suçlamaya, ‘Sorun dışarıda, onlarda’ demenize sebep olacaktır. Dışarıdan gelen uyarıları kontrol etmeye uğraşıyoruz. Oysa dışarıda olan bitenler hep değişecek, önemli olan içinizdeki ortamın sarsılmaz olması. Gerçekliğimiz bizim algımıza göre değişir. Meditasyon da bir gözlem alanı sağlıyor, o yüzden önem taşıyor.”

İçinde bulunduğumuz bu dönemde meditasyon yapmak zor değil mi?

“Güzel bir soru. İnsanların meditasyon sırasında yaptığı en büyük hata düşüncelerini durdurmaya çalışmaları. Geçtiğimiz günlerde bir gruba, ‘Gözlerinizi kapatın ve kalbinizi durdurmaya çalışın’ dedim, neyse ki kimse beceremedi! Nasıl ki kalbimiz kan pompalamak için çalışıyorsa, beynimiz de sürekli düşünce üretmeye programlı. Önemli olan düşüncelerinizin kontrolü altında olmamanız. Bizim meditasyon çalışmalarımız, o rahatsızlık veren düşünce durumu içinde rahatı yakalamayı başarmanızı sağlamaya yönelik. Böyle durumlarda bir çeşit dirençle karşılaşmak çok doğal. Çözüm, bu rahatsızlıktan kaçmamak ve direnci kabullenip, düşünceleri birer duygusal titreşim olarak görerek kafanın içinde huzurlu ve güvenli bir alan yaratabilmek.”

Değişim konusunda direnç gösterilen yaygın bir alan var mı?

“Direnç çok farklı şekiller alabiliyor ama en yaygın olanı uğraşla ilgili. Biriyle tanıştığınızda ilk sorduğunuz, ‘Ne iş yapıyorsun?’ oluyor, bu da insanın değerini işiyle ölçmesine yol açıyor. Ne kadar üretkeniz, yeterince meşgul müyüz? İnsanlar hep meşguller! Belki üretken değiller ama hiçbir şey yapmamaktansa, bir şeylerle meşguller işte. Karşıma çok çıkan bir çeşit direnç diyebilirim. İnsanlar sadece var olma kabiliyetlerini yitirmiş durumdalar. İtalyanların bir tabiri vardır; dolce far niente. Yani hiçbir şey yapmıyor olmanın tatlılığı... Bu aydınlanma yolculuğunda, bu alana adım atmanız, sadece var olmanız gerekiyor. Bunu da yapması çok zor. Değerinizin işinizden, medeni halinizden, banka hesabınızdan bağımsız olduğunu kavramalısınız. Youniversity’de bunun altını çiziyoruz.”

Nasıl araçlara başvuruyorsunuz?

 “Özellikle dinleme süreci benim için temeli oluşturuyor. Nasıl bir yaklaşım seçeceğiniz, size karşınızdakinin ne söylediğine, bunu hangi kelimeler ve duygularla anlattığına bağlı. Ben hipnoterapi, karyoprakti, NLP gibi farklı alanlarda uzmanlık edindim. Kişisel olarak izlediğim yol ise daha çok ellerimi kullanmam. Biliyorsunuz artık beyin aktiviteleri son teknolojji sayesinde ekrana yansıtılabiliyor; hangi bölüm daha çok çalışıyor, nerede hangi eksik var... Ben de içgüdüsel olarak özellikle baş üzerine elimi koyduğumda aldığım enerjiden ve bahsettiğim dinleme sürecinden sonra kişideki depresyon, aksiyete veya takıntı gibi hislerin kaynağını sorgulayabiliyorum. Bu gibi çalışmalarda, gelen kişinin kendini güvende hissetmesi gerekiyor, böylece benliğini korkmadan açabiliyor. Amacım karşımdakine bir rahatlık sağlamak.”

Bu bir yetenek mi, yoksa eğitimle herkesin edinebileceği bir yeti mi?

“Bir zamanlar dövüş sanatlarına çok meraklıydım, Bruce Lee’nin şöyle biz sözünü hatırlıyorum; ‘İstek varsa, yetenek de kendiliğinden gelecektir.’ Evet, herkesin yetenekleri vardır. Söz konusu benim hikayemse eğer; bu işi ben seçmedim, o beni seçti. Üniversitede baseball oynuyordum, alakam yoktu. Babamı lösemiden kaybettiğim dönemde medikal sistemin bazı eksikleri olduğunu fark ettim, sorular sormaya başladım. İlk yaptığım osteopatları incelemek oldu. Sonra karyoprakti okuyan kardeşime danışıp, Dallas College of Oriental Medicine’e yazıldım ve her şey hız kazandı.”

Türkiye’de sık karşılaştığınız durumlar hangileri?

“Bize gelenlerin çoğu kadın ve bunların çoğu da anne. Bu kültürde, anneler çocukları için hayatlarından vazgeçiyorlar. Anne olma idealiyle bütünleşiyorlar, kontrolcü ve korumacı bir his içindeler. Okulu, yediği, yatak örtüsü... Her şey mükemmel olmalı! Bu durum hem çocuklar hem anneler üzerinde büyük baskı yaratıyor. ‘İyi anne nasıl olmalıdır?’ takıntısıyla çok sık karşılaştığımı söyleyebilirim.”

Enerjiyle her hastalığın iyileşeceğine inanıyor musunuz?

“Evet. Plasebo etkisine bakın. Bir örnekte 100 menisküs hastasının yarısını ameliyat etmişler, diğer yarısına sadece ameliyat izi yapmışlar. Her iki grubun da iyileştiğini görmüşler. Farkı yaratan, düşünme şekli ve iyileşmeye olan inanç. Ancak bu durum dirence bağlı. İnsanlar için en büyük acının acısızlık olduğunu duymuştum. Kendi acımıza o kadar alışıyoruz ki, ondan kopmak bile acı verebiliyor. İlginç, değil mi?”